rankend | Farklı Olmak Emek İster

   
  DARMA TARIHCESI
  1.5.08-TAKSIM
 
 Yazan: Ali Önder
       Kliment Vefremoviç Vooroşilov ile Mihail Vesilyeviç Frunze',bunlar Rus Bolşevik devriminin genaralleri. Atatürk için özel adamlardı. Çünkü, Kurtuluş Şavaşı'nda dünya bize silah doğrultmuşken, bize destek veren Sovyetler'in apoletli elçileriydi onlar...Frunze, 1921 de TBMM kürsüsüne çıkmış, Rus halkı adına, Sakarya Zaferimizi kutlamıştı. Voroşilov ise, silahsa silah, paraysa para, isteyin verelim demek için, savaşın en zorlu günlerinde Ankara'daydı. Atatürk onları unutmadı hiç.
    12 eylül 1980 yılındaki askeri darbeden sonra Türkiye'de vatandaşların ellerindeki silahları teslim etmeleri istendi. Amasya Müzesi'nde araştırmacı olarak görevliydim. İnsanın kendi şehrinde hizmet etmesinin zevki bambaşkadır. Ben bu zevki 1978 haziran ayından 1985 yılı ekim ayına kadar tattım. O yıllar içinde Amasya Müzesi'nde nasıl şevkle çalıştığımı düşünüyorum. Bu silahlar toplanırken, Müze Müdürü'ne acaba toplatılan bu silahlardan antika olanlarının müzeye alınmasını sıkıyönetimden istesek olmaz mı dedim. Bunun üzerine Müdür, Valilik'ten onay alarak silah teslim komisyonuna Amasya Müzesi'nden de benim iştirak etmemi sağladı. Gecikmeyle de olsa bu komisyonda ben de bulundum. Diğer masalardaki teslimde görevli astsubaylar eski gördükleri, ateşli silah ve kesici aletleri benim masaya yönlendirdiler. Yaklaşık 200 kadar eseri müzeye kazandırdık. Bunlar arasında çakmak taşıyla ateşlenen tüfekler, çakaralmaz toplu tabancalar, şişler, hançerler, bilhassa Rus yapımı tabanca ve tüfekler çoğunluktaydı. Çünkü üzerlerinde Rus kril alfabesiyle yazılar vardı. Bazen tarihler dikkatimi çekiyordu. Genellikle 1905-1915 yılları arasına tarihlenen silahlar. O zaman, işte Kurtuluş Şavaşımızda Lenin'in, Mustafa Kemal'in ordusuna yardım için gönderdiği silahlar diye düşünmüştüm. Çünkü bazı kaynaklarda böyle bilgiler vardı. 
    Bu silahların envanter kayıtlarına geçirilmesi için benim Müze'de zamanım olmadı. Çünkü isteğim dışında, Adana Müzesi'ne sürgüne gönderilmiştim. 1972 yılı 27 aralık ayından beri memuriyet hayatımda ilk defa sürgüne gönderiliyordum.
    1985 yılı temmuz ayında senelik iznime ayrıldım. 2 Temmuz günü,tesadüfen bir yıl önce Şanlıurfa'da kazı yaparken birlikte çalıştığımız bir Alman Arkeolog, minibüsü ile Amasya Müzesi'ni gezmeye gelmişti. Müzeyi birlikte gezdikten sonra nereleri gezebilirim diye bana sordu. Ben de kendisine en güzel gezi ve dinlenme yerinin, bu bölgede Taşova'ya bağlı Boraboy Gölü olabileceğini söyledim. Nasıl gidebileceğini sorduğunda, nasıl olsa yıllık izindeyim deyip arabasıyla, evime geldim. Eşimi,oğlum Akın'ı ve kızım Şermin'i de  alıp Boraboy gölüne gezmeye gittik. Çok güzel bir piknik yaptık. Hatta Taşova'daki doktor yeğenim Osman Gürer'e de rastlamıştık. Birlikte gölün güney kenarındaki "aşıklar yolu" nda ve gölde sal ile  gezinti yapmıştık. Ömer Caba'nın hanımı Perihan Abla'ya da orada rastladığımı hatırlıyorum. Bungalovlardan birine yerleşmiş, yaz tatili geçiriyordu. Hatta oradaki dönmecelerden birine binen oğlum Akın'ı hızla çevirdiğim için, tutamağı da olmayan dönmeceden düşerek kol bileği kırılmıştı. Tatsız bir şekilde Amasya'ya akşam döndük, oğlumun kolunu alçıya aldırıp, iznimizin diğer günlerini geçirmek üzere Ankara'daki öğretmen, aynı zamanda Gazi Üniversitesinde müfettiş olmak için Eğitim Fakültesi'ne devam eden yeğenim Zeki Gürer'in Seyran Bağlarındaki evinde misafir olduk. Zeki'nin hanımı Sabiha da benim eşim Aysel'in kız kardeşi. Aslında Ankara'ya gelişimin nedeni bir yapı kooperatifine üye olmaktı. Batıkent diye bir şehrin kurulduğunu, buraya üye olursam ancak ev sahibi olabileceğimi düşünüyordum. Çünkü daha önce Amasya'da kurulan toplu konut kooperatifine üye olma fırsatını kaçırmıştık. Şimdi ki Amasya Otogarı yakınında ki kooperatife bütün memurlar üye olduğu halde ben böyle ev sahibi olunacağına inanmadığımdan üye olmamıştım. Eşim ısrarla, arkadaşlar üye oluyor, biz de üye olalım dediğinde, kaç lira üyelik parası diye sordum. 500 lira demişti. Belki 5 bin lira deseler inanırım ama 500 liraya ev sahibi olunmaz deyip vazgeçirmiştim. Zaten Sağlık-Der'e üye idi. 12 eylül 1980 de ihtilal olunca bütün dernekler kapatıldı, eşimin o dernekteki tasarruf için yatırdığı paraya da Devlet el koydu, zarara uğramıştı. Gene paranı boş yere kaptıracaksın demiştim. Ama 1985 yılında artık bir yapı kooperatifine üye olmanın zamanı gelmişti. Batıkent'in çok ününü duymuş ve heveslenmiştim. Önce eşim ve çocuklarımla beraber burayı gezdik. Kızılay semtinde bürosu bulunan Kömür İşçileri Yapı Kooperatifine üye olmaya karar verdik. Üye olmak üzere büroya girdim. Yanımda eşim ve çocuklarımla beraber, yeğenim Zeki ve Ankara Belediyesinde görevli Tatlıpınar köyünden hemşehrim Niyazi Onat da vardı. Tam üye olacak iken Niyazi " ben burada bir kooperatifin yönetimindeyim, yakında bir üye ayrılacak onun yerine seni üye yaparız, sen şimdi Amasya'ya git, benden telefon bekle dedi. Bizler o günlerde Ankara Keçiören Sanatoryumu Hastanesi'nde hemşire olan eşimin diğer kızkardeşi Hatice'yi de alarak Çubuk Barajı pikniklerimizi de yaptıktan sonra Nevşehir Hastanesi'nde hemşire olan yeğenim Necla Gürer'in yanında iznimizin bir kısmını da geçirmek üzere Ankara'dan ayrıldık. Fakat bilhassa Çubuk Barajı'ndaki o halı desenli çimenlikler çok hoşuma gitmişti.
     Bu arada Ankara Ulus'taki Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası'nda bulunan Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne de uğradım. Çalıştığım müze buraya bağlı, arkadaşlarımı da ziyaret etmek istemiştim. Kazılar şube Müdürlüğü'nde ki arkeolog Mustafa Karahan'a uğradım. Her sene olduğu gibi bu sene de beni hangi kazıya görevlendiriyorsunuz diye sordum. İsterseniz sizi branşınıza da uygun, prehistorik bir kazıya gönderelim dedi. Gaziantep İli, Dülük köyü sınırları içindeki Şarklı Mağarada, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Profesör Enver Bostancı kazı yapıyor. Kimse bu kazıya gitmek istemiyor. Zaten bir sene yabancı kazıya gidersek, ertesi sene mutlaka yerli kazıya gitmemiz gerekiyormuş. Enver Bostancı Fakülte'de ilk iki yıl paleoantropoloji derslerimize girmişti. Paleo, Latincede eski, antropo insan, loji bilim demektir. Yani eski insan kalıntıları bilimi dersi. Genellikle fosil kafatasları üzerine ders vermişti. Ayrıca ostooloji, yani insan kemikleri dersini de Doç.Dr.Refakat Çiner'den almıştık. Paleontoloji dersini de Prof.Dr.Fikret Ozansoy vermişti. Yani paleo eski, ontoloji varlık bilimi anlamına geliyor. Memeli hayvan fosilleri üzerine ders almıştık. Zaten mezuniyet tezim de bu konuyla ilgiliydi. Amasya Çeltek Kömür İşletmesi'nde ele geçen fosillerin incelenmesi. Bu tezi hazırlamak için 1971 yılında Eski Çeltek Kömür İşletmelerinde müdür, Türkiye'nin en eski maden mühendisi Kerem Altay'ı ziyaret ettim. İsteğimi söyledikten sonra, şimdiye kadar hep İsviçreliler geldi, benden fosil almak için, ilk defa bir Türk bu istekte bulunuyor demişti. Hemen yakınında, ince yumuşak kağıtlara sarmaladığı, linyit kömürüyle beraber işçilerin çıkardığı, çok eski bir at çenesini bana teslim etti. Ayrıca üzerinde domuz dişlerinin yer aldığı bir  çene parçası daha verdi. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden bir öğrencinin hazırladığı, Bölgenin Jeolojisi ile ilgili bir tez kitapçığını, sonra geri iade etmek üzere bana verdi. Kerem Altay'a burada ne kadar teşekkür etsem azdır. Jeoloji tezinden öğrendiğime göre buradaki linyit kömür yatağının yaşı 32 milyon sene önce, Üçüncü Jeolojik Zamanın Eosen dönemine aitti. Bana teslim edilen at çenesi de 32 milyon sene önce yaşamış bir at nesline aitti. Okulda paleontoloji dersinde atların evrimini incelemiştik. Bu dönemde hipparion dediğimiz at nesli keçi büyüklüğündeydi. Dişler üzerindeki izlerden evrimdeki yerini tesbit edebiliyorduk. Tezimi bitirdikten sonra fosili teslim ettiğim hocam Fikret Ozansoy, Ankara Maden Tetkik Arama Enstitüsü bünyesindeki Tabiat Tarihi Müzesi'nin vitrinine, kendi adıyla bu fosili yerleştirdi.
     Bu bir aylık izin günlerime dair bir fotoğraf albümüm mevcut. Nevşehir gezimizde şimdiye kadar hiç görmediğim Kapadokya'yı dolaştım. O görkemli Nevşehir Kalesi'ni, müzesini, şehir meydanında ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa heykelini, Ürgüp'ü, Göremeyi, yeraltı şehirlerini ailecek dolaştıktan sonra, Niğde Devlet Hastanesi'nde hemşirelik yapan eşimin diğer kızkardeşi Semiha'nın yanına gittik. Semiha, nişanlanmıştı, evlilik hazırlığı yapıyordu. Zaten bizlerin oraya gelmesini bekliyordu, bilhassa eşim aysel,kızkardeşi Semiha'yı ziyaret etmeyi çok istiyordu. Niğde Müzesi'ni,Niğde'nin tarihi camilerini ve medreselerini gezdik. 
    Tekrar Amasya'ya döndüm. 28 Temmuz pazar günü evimde gazeteleri okurken bir yapı koperatifi ilanı gözüme çarptı. İşte hanım ben gireceğim koperatifi buldum dedim. Eşim elimdeki gazeteye baktıktan sonra yırtmaya kalktı. Her şeye inanıyorsun dedi. Dışarıda gezintiye çıktım.Tesadüfen tanıdığım Amasya Belediyesi Fen İşleri Müdürü, Harita Mühendisi, Ali Beye rastladım. Eski oturduğum ev olan Ekin pazarına yakın Avukat Halit Taşdemir'in evi önünde, elimdeki gazete ilanını gösterdim. Bu kooperatife ben üye olmak istiyorum, ne tavsiyede bulunuyorsun diye sordum. En uzun taksiti olanı kabul et dedi. 36 ay taksitle 105 metre karelik seçeneği işaretleyerek, 29 temmuz 1985 günü şu anda içinde oturduğum, Büyükşehir Konut Yapı Kooperatifi adına, Halk Baankası Amasya Şubesine 380 lira yatırarak üye oldum. 1 ağustos 1985 günü müzedeki görevime başladım. Oğlumun kırılan koluna yerleştirilen alçıyı aldırdık. Müzemiz bahçesindeki Selçuklu Sultanı II. Mesud'a ait türbede sergilenen İlhanlı Dönemi mumyalarına bakım  ve onarım yapan, İstanbul Konservasyon ve Restorasyon Laboratuvar'ının uzmanı Behçet Erdal'ı görevinin bitmesi üzerine onu yolcu ettim. Şu anda bacanağım, aynı zamanda Cafer amcamın torunu da olan Murat cezaevinden çıkmış, askere göndereceklermiş, telefonda konuştuk. Kuşadasında tatil yapan Hatice, gene orada tatile çıkmış olan Ahmet amcamın yerini sordu. Ahmet amcam Havza'da kalp krizi geçirdikten sonra, doktorlar belki ancak 6 ay daha yaşayabilir demişler. Bunun üzerine köyde varını yoğunu satarak tatile çıkmıştı. O sene vefat etmedi ama, ertesi sene tekrar tatile gitti. Bu sefer Aydın, Didim, Davutlar Ormanı'nda tatilini geçirmiş.Hatta benim müzelerden arkadaşım, Ferruh beye rastlamış. Eşi de sınıf arkadaşım, o da müzelerde çalışıyor.
    8 ağustos günü köyümüzden Hüseyin Söyler yanıma uğradı. Eşi felç olmuç. 6525 lira Almanya'daki işçi arkadaşlardan Hikmet Söyler, Musa Söyler v.b. benim adresime göndermişlerdi, bu parayı kendisine teslim ettim. 12 ağustos günü Turgut Özal Amasya'daydı. Ahmet Can ,Fikri adında birinden 1.750 bin liraya 2 daire aldı.80-100 arası olan tapu masrafı satıcıya ait.
    30 ağustos günü Gaziantepteki kazıya gideceğime dair Valilikten onay alındı.İstanbul'da çalışan yeğenim kaya 20 gün için köye izine gelmiş, yanıma uğradı. Tıkıl ve armut getirmişti. Sıddık Söyler'i taburcu edip köye götürdüler.
    Gümüş Nahiyesi'nde mevcut olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin ders verdiği medresede biriktirmiş olduğu tarihi değere haiz eserlerin, müzemize taşınması için incelemeye gittim. Şahsın çevredeki vatandaşlardan temin ederek biriktirip, medresenin bir odasında topladığı etnoğrafik nitelikte ki tarihi eserlerin burada bakım ve güvenliğinin bulunmadığı mutlaka Amasya Müzesi'ne taşınması gerektiğine dair rapor tuttum. Ancak bu zatın evlatlık olarak büyüttüğü öğretmen, bunların kendisinin malı olduğunu iddia etmektedir. Buradaki bu değerli tarihi eserler şu anda ne oldu bilemiyorum. Ayrıca Gümüşhacıköy'deki Şehsuvaroğlu konağı yıkılmak üzereymiş, onun için rapor hazırladım.
    1985 yılı ağustos ayında Gaziantep İli, Dülük köyünde ki, Şarklı Mağara kazısına görevlendirildim. 
     1993 yılı 12 eylül tarihinde İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ne atamam yapıldı. Bu müzeye eski İbrahim Paşa Sarayı da diyorlar. Onarıldıktan sonra Süleymaniyede ki Evkaf (vakıf) Müzesi bu isim altında Kültür Bakanlığına bağlanarak burada açılmış. O günden beri arasıra Taksim'e gezmeye giderim. Çoğu zaman da Alman, Fransız, İsveç, İtalyan, Hollanda v.b. arkeoloji merkezlerinde konferansları izlemeye giderim. Taksim Cumhuriyet Anıtı'nı hayranlıkla seyre dalarım. Bu iki Rus'un da bu anıtta heykelleri var. Bizzat, Atatürk'ün emriyle dahil edilmişlerdir, Anıt'taki figürler arasına...1928 den beri orada, Taksim'in göbeğinde, Atatürk'ün hemen yanıbaşında duruyorlar.
    1966-1972 yılları arasında Ankara'da öğrenciyken olayların içine bazen ben de katılıyordum. Yürüyüşlerimizde gomünistler Moskova'ya diye bağıranların, Taksim Anıtı'nda Bolşevik generallerin önünde saygı duruşunda bulunması komik değil midir? İstanbul'da kapı komşum Şehir Plancısı Mimar Atalay Elçioğlu bu durumu bana çok güzel itiraf etti. Bir zamanlar solculara ben de öğrenciyken Moskova'ya diye bağırırken, şimdi Moskova'da  iş yapan özel bir Türk şirketinde mimarlık yapıyorum diyor. 
    Habire önünden eğilip geçtiğimiz Taksim Cumhuriyet Anıtı yıllardır orada dururken, Atatürk, Rus generalleri yanına yerleştirmişken; nasıl oldu da, 1950 den itibaren , Kurtuluş Şavaşı'nda bize kurşun sıkanlarla kanka olup, bize destek verenlere düşman olduk? Atatürk o heykeli, kafasına kuş pislesin, bizler de seyredelim diye mi dikti?
    Başbakan, "ayaklar baş olursa kıyamet kopar" dedi. Ayıp etti. İşçilere 1 Mayıs 2008 günü gaz, cop, yere düşenlere tekme attırdı. Toplam 30 bin polis görev yapmış. Televizyonlarda çıkan görüntüler Türkiye'nin imajına ciddi zarar verdi. Polis DİSK Genel Merkezi'ne biber gazı ve gaz bombası attı. Ayrıca boyalı su ve basınçlı su sıkıldı. 166 ülkede şenlikle kutlanan işçi bayramı, teröre sahne oldu. Bu ne kin, bu ne nefret, ne bu garez, bu ne hınç? Halbu ki, bütün dünyada olduğu gibi Türk emekçileri de ellerinde kırmızı karanfilleriyle, şarkılar, türküler söyleyerek yürümek istemişlerdir. Amaçları Taksim'de 1977 de katledilen emekçi kardeşlerini anmak, onlar için saygı duruşunda bulunmaktı. Yapacakları mitingle barışı, kardeşliği, emeğin kutsallığını vurgulamaktı. Ama yapamadılar. Sonuç 1 Mayıs 2008 de emekçilere zehir edildi.
    Bugün 2 Mayıs 2008. Türkiye artık eski Türkiye değil. Nereye koştuğu belli olmayan bir ülke. 
    Fransa'da 1 Mayıs'ın simgesi müge çiçeği. Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy işçileri, 1 Mayıs'ın simgesi müge çiçekleriyle, konutunda ağırlıyor. 
    Tayland'da Çalışma Bakanı işçileri kutladı. Uganda işçi bayramını kutluyor. Dubai polisi 1 Mayıs'ı kutladı. Bulgaristan, Hırvatistan, Endonezya, Rusya hepsi 1 Mayıs'ı kutladı. Dün, dünya ajansları emek bayramıyla ilgili haberleri böyle verdiler. Mısır'da işçi bölgesi Mahala Al-Kubra'da işçiler yürüdüler. Jamaika Başbakanı Bruce Golding 1 Mayıs'ta, dün yeni bir kampanya başlattı. "Ürettiğimizi yiyelim, yiyeceğimizi üretelim." 
    Demokrasi ülkeleri, yarı demokrasiler, demokrat olmayanlar, hepsinde emekçiler dün bayramlarını kutladılar. Türkiye'den ise dünyaya çatışma haberleri geçti ajanslar. Türkiye'de 1 Mayıs emeğin işçinin bayramı olarak kutlanamadı. Türkiye'nin kalbi durumunda ki Taksim'den işçilerin seslerinin yükselmesi engellenmek istendi. Engellenemedi ama, iktidarın demokrasiden ne anladığını bütün dünya duydu.    
Biz de ise işçinin payına düşen biber gazı ve tazyikli suydu. Gazdan etkilenen göstericilerin tedavi olmak için gittiği, Şişli Etfal Hastanesi'nin acil servisi önüne de gaz bombaları düştü. Doktorlar, hemşireler ve hastalar gazdan etkilendi. İstanbul Emniyet Müdürü bu olayla ilgili soruşturma açtı. İstanbul'a takviye amacıyla gelen ekiplerce kullanıldığı açıklaması yapıldı. Bir polisin yerde yaralı oturan kadının yüzüne attığı tekmeyi, diğer "uçan tekmeler", "orantılı güç kullanımını", lösemili çocukların tedavi gördüğü hastaneye bile sıkılan gazı, annelerinin kucağında tehlikeye atılan çocukları, dövülen sivilleri hepimiz tv kanallarından izledik. Eminim bir yerlerde güzel insanlar, iyi polisler de var...Ama kimse kusura bakmasın, 3 kötü polis, 1 iyinin imajını da götürüyor. 
      530 kişi gözaltına alındı. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi "işte kıyamet budur" dedi. 
    Taksim Meydanı, Türkiye'nin en önemli demokrasi alanlarından birincisidir. Demokrasinin sembolüdür. Türk demokrasisi en önemli demokrasi şölenlerini Taksim Meydanı'nda yaşamış ve can bedelleri ödenmiştir.  
    Cumhuriyetin ilk İktisat Bakanı ve 1924 Anayasasını, Medeni Kanun dahil Devlet'in temel kanunlarını yaparak ilk hukuk sistemini kuran Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, sosyalizm için " O öyle bir düzendir ki olmaz. Böyle bir güzel sisteme karşı çıkılmaz, bu sistem ancak savunulur, çok uzak da olsa. 
    Bugün bakıyoruz kafalarında takke, beyinlerinde takiyye ile Cumuhuriyet'in 10.Yıl Marşını okuyanlar var. 29.11.1950 de Kore'ye bir tugayımız gönderilir. Kunuri Savaşında mevcudun üçte biri şehit ve yaralıdır. 22 nisanı 23 nisana bağlayan gece birliğimiz sarılır. Saat 23.30 da Üsteğmen Mehmet Gönenç koordinatlarını vererek bulunduğu yere ateş ister. 25.6.1950 de Kore Savaşı başlayınca Amerikadan sonra ilk asker gönderen Türkiyedir. 1949 da Nato kurulur. Türkiye henüz üye değildir. Üç sene sonra üye yapılır.
.
 
  BU SİTE 71080 ziyaretçi (147965 klik) KİŞİ TARAFINDAN ZİYARET EDİLMİŞTİR  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol