rankend | Farklı Olmak Emek İster

   
  DARMA TARIHCESI
  DEFİNECILER
 


    Yazan:Ali Önder - 16.12.1981

    Gümüşhacıköy İçesinin Konuktepe (Karaköy)köyünden iki kardeş, Selami ve Altan Parlak ile, iş icabı tanıdıkları müteahhit Ali Arslan,1981 yılının kasım ayında Amasya Müzesi'ne define aramak üzere başvurdular. Dilekçeleri Müzede araştırmacı olarak görev yaptığım bana havale edilir. Altan Parlak büyük kardeştir ve aynı yerde elektrik tesisatı döşeme işi yapmaktadır. Selami ise 37 yaşında, Tarım Meslek Lisesi mezunu. Kastamonu'nun Boyabat İlçesi'nde Tarım Satış Kooperatifi yöneticiliği yapmıştır. Ancak 100.000 lira zimmetine geçirmekten görevden atılmıştır. Onun anlattığına göre ; çalıştığı kuruma ait  araba, Kastamonu'da  bir tamirhanede bakımdayken, tamirci ve Selami'nin öğretmen arkadaşı, arabayı kontrol için şehir dışına çıkarırlar. Selami o anda tamirhanede oturmaktadır.Tamirci arabasının yandığını, itfaiye filan gelmesine rağmen kurtaramadıklarını söyler. Ancak arabanın bagajında kurumun parası bulunmaktadır. Paraların yanındaki çantayı kurtardıkları halde, paraları kurtaramamışlardır. Belki de paraları o anda tamircinin yanında bulunan öğretmen arkadaşı çalmıştır. Soruşturma esnasında müfettişe böyle ifade verir. Ancak müfettiş külyutmaz birisidir. Paraları harcadığını söylerse kendisini kurtaracağını, ceza da almayacağına dair güvence verir. Müfettişe inanarak tutulan tahkikat raporuna, paraları arabanın tamiratı için harcadığı yazılır. Selami de bu ifadeyi kabul edip imzalar. Müfettiş kendisine, eğer paralar yandı veya kayboldu derse suçun daha büyük olacağını söylemiştir. Çünkü müfettişe göre bu paranın Boyabat'tan dışarı çıkması çok büyük bir suçtur. Selami cuma günü Samsun'a uğrayıp, Boyabat'tan arabayı alarak Kastamonu'ya geldiği için parayı bankaya yatıracak zaman bulamamıştır. 
    Selami'nin ağabeyi Konuktepe'de büyücülük işleriyle uğraşır. Müteahhit Ali Arslan ise  bu aileye çok güvendiği ve sözüne inanılır bulduğu için, define kazısında ruhsatı üzerine alır. Masrafları kendisi karşılayacaktır. Memuriyetten atılan Selami, ağabeyinin yanında çalışmaya başlamıştır. Ağabeyi Altan'ın Gümüşhacıköy'deki elektrikçi dükkanının adı da Konuk Elektrik'tir. İş icabı müeahhit Ali Arslan'la samimi olmuşlardır. Merzifon'da yaptığı inşaatın elektrik tesisatını döşemişlerdir. Müteahhit Ali Arslan, Selamet Partili, çok saf ve temiz, beş vakit namazında birisidir. Çok mülayim karakterli, fakat çok zeki ve biraz da kurnazdır. Her zaman söze efendim diye başlar. Devlet dairelerine girerken iki elini önüne kavuşturarak girer. Aynı zamanda çok saygılı bir tiptir. Ancak işçisine pek saygı ve sevgi beslemez. Her zaman onların yevmiyelerini vermekte zorluk gösterir. İşçilerin sadece ekmekle de karın doyurabileceklerini, şarıl şarıl yağmur altında da olsa çalışabileceklerini ileri sürer. Bu Sallar tepesi için define ruhsatı isteğinde bulunduklarında, istenilen yere ruhsat verilip verilmeyeceğine dair rapor yazmaya şahsımı görevlendirdiler. Çünkü tarihi eser kalıntılarının olabileceği yerlere define arama ruhsatı verilebilmesi için uzman arkeolog raporu gerekmektedir. Gümüşhacıköy'den İstanbul istikametine giden uluslararası yolun 12.kilometresindeki Sallar tepesi, yanyana bir çok doğal tepeden bir tanesi gibidir. Tepenin altında da mağara şeklinde bir boşluk dikkati çekmektedir. Rapor için yüzeyde arama yaptığımda çok az da olsa keramik kalıntılarına rastgeldim. Bu eski keramik kalıntılarından dolayı bu tepenin bir yerleşim yeri olabileceğini düşünerek, Ali Arslan'a, buraya ruhsat verilemeyeceğini söylemiş bulundum. İleride ruhsat alamayınca, bir daha bizleri rahatsız etmesin diye baştan söylemek istedim. Ancak çok hata etmişim. Ali Arslan beni yalvar yakar razı etti. O kadar yalvardı ki aksi rapor yazmamam için. Müteahhitlikte zor duruma düştüğünü, buradan çıkacak define ile zengin olacaklarını, hatta bir de altından saban ve boyunduruğun bu mağara içinde olduğunu söyledi. Zaten müzeci gelip de burada çanak çömlek kırığına rastlarsa ruhsat veremeyeceğini öğrendiğinden, tepede işçilere çok iyi bir temizlik yaptırmış, en ufak bir çanak-çömlek kırıntısı dahi bıraktırmamış. Bunları toplarken Ali Arslan yanıma yaklaştı. Burada define aramalarına engel olmamam için yalvarmaya başladı. Yalvarmasına dayanamayıp, biraz da gülümseyerek, nasıl olsa yasa gereği tarihi eser çıkarsa kazıyı durdurabileceğimi ve kazıya müze olarak devam edeceğimi bildiğimden, ruhsat verilmesinde mahsur yoktur diye raporumu yazdım. 
    Memurluktan atıldıktan sonra ağabeyi Altan'ın yanında çalışan Selami, Sallar tepesinde define aramak için müteahhit Ali Arslan'ı ikna etmiştir. Kendisi alevidir, ancak dede sülalesinden değildir. Daha çok sünnilerle beraber bulunduğundan oruç tutmaktadır. Hatta mahallesindeki kahvecinin, "ramazan orucu sünnilerin, ben tutmam" demesine çok içerlemiştir. Ona göre oruç, oruçtur, Allah'ın emridir. Sünninin orucu alevinin orucu olmaz. 
    Selami'ye göre bir yerde define gömülü olduğu şöyle anlaşılır: Evvela o yerin atalarımız ve gelmiş geçmiş kişiler tarafından sözü edilen yerlerden olması gerekir. Yani çoğu insanın o yerde define gömülü olduğuna inanması lazım. İşte şu anda kazdığımız Sallar köyünün Yolaltı mevkiindeki Sallar tepesi de bu yerlerden biridir. Bu yerde rahmetli babası çok define aramıştır. Hatta 25 yıl önce (yani 1955 yılları) tepe altındaki mağarayı açan da babasıdır.
    Birgün rahmetli babası evde otururken bir toplayıcı (dilenci) gelir. Babası bu dilenciye, tanıdığı bildiği yerde  derin bir hoca olup olmadığını sorar. Dilenci de böyle bir hocanın Ordu'nun Akkuş kazasının filan köyünde olduğunu söyler. Hocanın adı Ahmet'tir. Selami'nin babası Ahmet hocayı birkaç kere ziyaret eder. Köyünde olan bir hırsızlık olayının failini bulmak için başvurduğunda, failini ve çalınan eşyaları bu hoca sayesinde bulduğunu söyler. 
    Aynı hoca, işte şu anda define aradığımız Sallar tepesini de hiç görmediği halde tarif eder. Burada yedi vilayeti satın alacak kadar, yedi sandık altın paranın, tepenin 10-12 metre derinliğinde gömülü olduğunu söyler. Bu fikri Selami kendisinde 25 yıldır saklamaktadır. Nitekim 1981 yılı yaz aylarında Ali Arslan'la beraber burada define kazısı yapmaya karar verirler.
    Ruhsatı Ali Arslan alacaktır. Söylendiğine göre defineye 40 kişi ortaktır. Ancak 20 kişi 5 er bin lira vererek masrafa ortak olduğu için ancak bunlar çıkan defineden pay alabileceklerdir. 10.12.1981 günü define aranacak tepeye vardığımızda kan akıtıldığını gördüm. Selami burada yakın bir zamanda kurban kestiklerini söyledi. Seramoni şöyle olmuş : Selami ile beraber, köyde oturan ağabeyi ve müteahhit Ali Arslan, bir akşam buraya gelmişler. Hoca durumundaki Selami'nin ağabeyi, elinde 3 perçini bulunan bıçağı yere saplayıp, Ayet-el Kürsi duasını okuyarak bir daire çizer. Beraberinde getirdikleri bir avuç dolusu odun külünü bu dairenin içine serperler. 7 gün bekledikten sonra, sabah kuşluk vakti bu dairenin içini kontrol ederler. Dairenin içinde, kül üzerinde bir koç ayak izi görünmektedir. Demek ki burası bir koç kurban istemektedir. Eğer bu iz başka bir hayvan izi olsaydı, o hayvan kurban edilecekti. Ali Arslan bir koç satın alır, koç burada kesilerek kurban edilir. Kurban eti kendileri tarafından yenilir. Komşulara ve tanıdıklara da dağıtılır. Burada kanatime göre yapılan masraflar için Ali Arslan, Selami tarafından kullanılmaktadır. Ben de bir espri yapmadan kendimi alamadım. "Bu koçu bensiz yemişsiniz, bu define zaten çıkmaz" dedim. Ancak Selami hemen bir koç da senin için kestirebilirim diye cevap verdi. 
   Müzeye Ali Arslanın başvuru dilekçesinden sonra, ruhsat iki ay içinde alınmış ve bu kazı başlatılmıştır.Kendisine sorulduğunda ortakları ancak, bir araya getirebildiğini, yapılacak masrafları ortaklardan toplayabildiğini, o yüzden biraz gecikme olduğunu ileri sürmüştür. Fakat 15 kişiden mi, yoksa 20 kişiden mi 5 er bin lira masraf parası topladığı kesin olarak öğrenilememiştir. Ancak bu iş için 70-80 bin lira para toplanıp, Selami'ye teslim edilmiştir.Yapılan masraflar Selami'deki bu paradan karşılanmaktadır. 10.12.1981 günü define kazısına başlamak üzere saat 08.00 de Amasya'daki evimden çıktım.Bu durum bana, 2 gün önce Müze Müdürü ve Ali Arslan tarafından bildirilmişti.Müze Müdürü'ne 14 Aralıkta dairenin, bir mahkemesi için Amasya'da olmam gerektiğini söyledim. Mahkeme, Amasya Ağır Ceza Mahkemesi'nde, Türkiye çapında eski eser kaçakçısı sanık Şevket Aydıner ve arkadaşlarının davasıydı. Bu davada Bilirkişi olarak tayin edilmiştim. Zaten define için Müze'ye harcırah karşılığı 8.400 lira yatırıldığını, 2-3 günde bu işin biteceğini söyledi. Hatta 12 Aralık günü Müze'de nöbetçi olduğumu, nöbetime bir başkasının verilmesi gerektiğini söylediğimde cevap alamadım. İki gün sonra gelip nöbetimi tutabileceğimi sanmaktaydım.  
   10 Aralık 1981 günü saat 8.30 sularında Kunçköprü başındaki Merzifon dolmuş durağında bir miktar bekledim.Henüz dolmuşun hiç yolcusu yoktu.Merzifon diye bağıran bir dolmuş-taksiye bindim.Ancak taksiye bir kişi daha bindi.Şoför ilerideki istasyondan benzinini aldıktan sonra, çarşıdan yolcu almak üzere bir tur atmak için izin istedi.İzin verip vermeyeceğimizi dinlemeden Hükümet köprüsüne kadar gidip geri döndü.Merzifon'a hareket ettiğimizde anladık ki, taksi arızalı, kayış koparmış.Suluova'ya varmadan bir tamirhanede tamir için bekledik.
    Saat 10.20 de Gümüşhacıköy'e vardım.Ancak saat 12.00 de kazı yerine işçiler,jandarmalar, maliye memuru ile toplanarak varabildik.İlk gün temizlik çalışması ile geçti.Temizlenen yer kurban kanının bulunduğu tepe noktası idi.Buradan 10 veya 12 metre derinliğe inilmek isteniyordu.6 işçi götürmüştük.İşçiler kazma ile çalışmaya başladılar.O ara traktörle üstteki toprağı derin bir şekilde sürmeyi bana teklif ettiler.Kabul etmedim.Hümüslü toprak tabakası sona erdi.Sert, çorak toprağı başladı.2 metreden fazla kazıldı.Batı tarafta çukur genişletilmek istendi.Toprak daha yumuşaktı.1 metre kazıldıktan sonra çakıl döşemesine rastlandı.Tekrar 1 metre daha kazılınca sert çorak toprağın çok iyi düzeltildiği ve iyice sertleştirildiği görüldü.
    Kazı yerini sık sık defineciler ziyaret etmeye başladı.Sakallı, pejmürde kılıklı bir adam, şeytan bakışlı bir  başkasıyla ziyarete geldi.Bu ikinci adamın gözleri çok acayip bakışlıydı.Cebinden bir kağıda katlayarak sardığı, yuvarlak, düz, 6 cm. çapında bir mermer parçasını bana gösterdi.Üzerinde balık sırtı şeklinde süsleme vardı.Bana bu taşın neyi işaret ettiğini sordu.İyice baktığımda, biraz da neolitik devrin kültürünün etkisi üzerimde olacak ki, bunun ilk insanların resim sanatı örneği olduğunu söyledim.Sanki Grimaldi Mağaralarından gelen bir gravür gibiydi.Adam ise bana bunun, bir tepenin karşısında bulunduğunu, iki yanından çıkan balık kılçığı şeklinde çıkan çizgilerin hazine gömülü yerleri işaret edebileceğini söyledi.Ayrıca, Gümüş Nahiyesi'nde fazla büyük olmayan sivri bir yığma tepenin ne olabileceğini bana sordu.Ben de böyle yerlere tümülüs dendiğini, içinde mezar olabileceğini, kaçak olarak buraları kazmanın büyük suç olduğunu ifade ettim.Ertesi gün kalabalık bir insan grubu daha geldi. İçlerinden biri bize burayı hangi akla hizmet ederek kazdığımızı, burada define olduğunu nerden bildiğimizi sordu.Ben de sert bir şekilde "bizim burayı kazmak için ruhsat aldığımızı, elbet bir bildiğimizin olduğunu söyledim.Kendisinin ne hakla bize böyle bir soru sorduğunu ve hangi akla hizmet ederek (kendi deyimiyle) buraya geldiğini sordum.Sustu ve bizim işçiler gülüşerek beni tasdik etti.Şeytan gözlü dediğim şahıs beni kastederek  "ulan bizi burdan kovduracaksın" diye o adamı ikaz etti.
    Define kazısına başladığımızın ilk akşamı, daha önce tanıştığım karşıdaki Kırca köyü İlkokulu Müdürü'nün evinde geçirdim.Gece kahvede muhtarla beraber saat 03.00 e kadar okey oynadık.Muhtar başlangıçta sorhoştu, çok tatlı esprileri, mimik ve hareketleri vardı.Beni kendisi ile tanıştırılmamı emretti.Ben de başkalarını beklemeden kendimi tanıttım.Buralara define aramak için geldiğimi belirttim.Buraların Kenan Evren'ninin, kendisi olduğunu, kendisinden izinsiz buralarda hiçbir şey yapılamayacağını söylediğinde, ben de esprili bir şekilde "muhtar biz de size haber vermeye geldik, hem biz senin köyünün sınırları içinde değil, Sallar köyünün sınırları içinde arama yapıyoruz" dedim.Kendi kendine "adım Kazım imiş,Kazım, her işe lazım" diye söylenmeye başladı.
    Kırca köyünde sabah kahvaltısında, üzeri tavuklu, fırında pişmiş keşkek yedik.Fakat sabah kahvaltısında bu kadar bol şey yemeye alışkın olmadığımdan, üzerindeki tavuğu ve keşkeğin azını yedim.Bir taraftan da fazla yiyemediğim için kusura bakmamalarını söyledim.Çünkü beğenmedi de yemedi demesinler diye.
    Bir başka akşam, Amasya Lisesi'nden okul arkadaşım Kamil Culuk'un evinde misafir oldum.1964-65 öğretim yılında biz lise son sınıftayken, Kamil'de birinci sınıftaydı. Akşam yemeği çok mükellefti ve rakı vardı.Altan Parlak ta bizimle beraberdi. Akşamın en güzel tarafı, Kamil'in Lise 2. sınıfta okuyan kız yeğeninin, türküler söyleyerek saz çalmasıydı.Hatta sazla arabesk şarkılar dahi söyleyip çalabildiğini bize ispat etti.Kendisini tebrik ettik.Biraz sonra kahvehaneye gittiğimde, 17 sene önce lise arkadaşım Mevlüt Şahbaz'la karşılaştık. Lise'de öğretmenmiş.Kamil ise okulunun müdür muavini ile briç oynadı.Bir gün önce kendisini okulda fırçaladığını espirili bir şekilde hatırlattı.Fakat okuldaki resmiyeti iyice kaldırdık.Bir akşam da Selaminin eniştesinin evinde yemek yemeye gittik.Eve geldiğimizde elektrikler sönmüştü.Yemek yerken ve eniştenin kendir dokuma tezgahı önünde çok tatlı sohbetimiz oldu.Bu tezgahı müzeye kurmayı çok isterdim.Gerçekten çok güzel bir el sanatı örneği.Bize kendi eseri "aynalı at yularını" gösterdi.Kendirin nasıl ip ve urgan olarak dokunduğunu teknik olarak anlatmaya çalıştı.Fakat kavramak biraz zordu.Biraz sonra üçümüz hamama gittik.Üç yıldır hamama gitmemiştim, evimdeki banyo ile yetiniyordum.Hamam çok hoşuma gitti.Eniştesi'nin beni keselemesi,Selami'nin de beni lifleyip, masaj yapmasına çok duygulandım.Eskilerin deyimiyle mütehassis oldum.Biraz da mahçup oldum.Bana her türlü rahatlığı reva görüyorlardı.Banyo sonu dinlenme yerinde, Selami'nin eniştesinin çıplak kafalı oluşunu konuştuk.36 yaşında idi.Tam bir Anadolu efendisi.Saçlarının dökülmemesi için çok uğraşmış, doktorlara gitmiş fakat irsi olduğundan önüne geçememiş. 
    Bir ara Selami'nin bektaşi fıkralarına şahit olduk: Adamın biri, Allah'a iman sahibi kullarından etmesi için yalvarıyormuş. Bektaşi de, şarap vermesi için Allah'a yalvarıyormuş.Karşısındaki bu işe bozulunca, niye kızıyorsun birader, senin imanın yok iman istiyorsun, benim de şarabım yok şarap diye yalvarıyorum demiş.    
    Define kazımız 15 gün kadar devam etti. Ancak bu kazı rahatsız etmeye başlamıştı. Ancak tepenin derinliklerine doğru kazı devam ettikçe,durumu Müze Müdürü'ne ilettim. Bu soğuk ve yağmurlu Aralık ayında bu yerde Müze'nin kazı yapamayacağını, kazıyı sonlandırıp gelmemi ifade etti. 
 
  BU SİTE 71280 ziyaretçi (148332 klik) KİŞİ TARAFINDAN ZİYARET EDİLMİŞTİR  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol