rankend | Farklı Olmak Emek İster

   
  DARMA TARIHCESI
  -darma
 
   
         Therma (=Darma): Bugünkü Ballıca köyünün, 1963 yılından önceki adı Darma olarak bilinmekteydi. Darma köyünün tarihini araştırdığımızda karşımıza üç durum çıkmaktadır. 1-Terma, 2-Palalke, 3-Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait 1530 tarihli elimdeki bir haritada ise daruma.1257 yılına ait Sonisa Medresesi Vakfiyesinde ise Taruma olarak geçmektedir. 1- Köydeki hamam kalıntıları nedeniyle Latince Terma adı verildiğini düşünüyorum.2-Bilge Umar, Tarihsel Yer Adları adındaki kitabında Peutinger Tablosuna dayanarak Darma, eski Palalke yerleşiminin olduğu yer diye yazmaktadır. Buradaki Pala ekine dikkat etmek lazım. Pala kavminin kurmuş olduğu bir yerleşim yeri. O kavimden zamanımıza kala kala "pala bıyık" terimi kalabilmiş. Demek oluyor ki o kavim insanlarında bu bıyık şekli yaygın olsa gerek.Alttaki fotoğrafta iki adet cerrahi alet mevcut. Bu aletler Ballıca köyünde eskiden cami tarlası olan sonradan ise Hakkı İyiliksever tarafından köy muhtarlığından satın alınan Çermik önü ve Çaykıyısı mevkiinde ki tarlada kepçe ile tesviye işlemi yapılırken ortaya çıkarılmış ve bir vatandaş tatarfından muhafaza altına alınmış bronz eserlerdir. Bir alttaki fotoğraf ise drone ile çekilmiş, Köy Konağı'nın bulunduğu alan başta oılmak üzere, değirmen için açılan su arka kenarında Kirazköprü mevkiine ve Tatlıpınar köyüne giden yeni açılan yol görülmektedir. 




    29 nisan 1997 günü İstanbul Fransız Araştırmaları Enstitüsü'nde, Prof. Dr. Pierre Aupert “Roma Hamam Mimarlığı ve Taşıdığı Anlam” konulu konferansını ben de dinledim. Konferans aynı kurumdaki bir uzman tarafından anında Türkçeye tercüme edildi. Aldığım notlarda, Romalılar nerede bir hamam inşa etseler o yere Terma adını verdiler denmektedir. Bu cümle beni bazı düşüncelere daldırdı. Benim köyüm olan Darma' da da eski bir hamam yeri vardı. Bu yer bizim Kirenlik (bu meyvenin genel adı kızılcıktır ancak zoğal diyenler de vardır) mevkindeki tarlamızın olduğu yerdi. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü'nde 1968 yıllarında öğrenciyken yaz mevsiminde köyümüze geldiğimde babam bu tarlayı sürerken burada hamam kalıntıları çıkıyor diye anlatırdı. Çok yoğun kül yığınlarından, bir hamamın tabanına döşenen kalın hamam tuğlalarının çıktığından bahsederdi. Gerçekten de bu tarlada dolaşırken bu kalın tuğla parçalarından bugün dahi görülebilir. 1990'lı yıllarda köyümüzde yapılan kanalizasyon hafriyatı bu tarladan geçti. Hafriyat toprağı içinde bu tuğla parçalarından yoğun bir şekilde çıktığı gibi, Bizans dönemi tavan kiremit parçaları, hatta Roma ve Bizans çağında bol miktarda görülen cam şişe parçaları da bu alanda bol miktarda görülmektedir. Zaten tarlanın kuzey-doğu köşesinde bu döneme ait taş duvar örgüsünün bir parçası bugün de görülebilmektedir. Hatta bu civarda tarlası bulunan köyümüz halkından Osman Demir yıllar önce bu tarlada sulama yaparken bir boşluğa suyun sürekli aktığını içinde sandık gibi bir şeylerin olduğundan bahsetmiştir. O akşam hava karardığından burayı kazamamış, ancak başka bir zamanda geldiğinde bu boşluğa bir türlü rastlayamadığını tarafıma anlatmıştır. 
    Bu alanda sokaklarda,atık suyu veya yağmur suyunu akıtmak için künkler kullanıldığı görülmektedir.Bazen kanallar açılmış ve bu kanalların üstü her zaman yassı ve muntazam taşlarla örtülmüştür.
    Daha önceki görev yerim olan Van Müzesinde çalışırken, Van-Başkale yolu üzerinde, Van'ın Gürpınar İlçesine bağlı Çavuştepe kalesinde yapılan arkeolojik kazıda görev yapmıştım. Aşağı kaledeki tapınak önünde erzak deposuna rast gelmiştim. Bu alanda kazıyı yürüten Altan Çilingiroğlu ki şu sıralarda Ege Üniversitesinde çok başarılı bir arkeoloji profesörüdür, bu erzak küplerinin üstünde ahşap dökmelerin olduğunu, küpler içindeki içeceklerin yani büyük ihtimalle şarabın, insanlar tarafından eğilerek ellerindeki kapları doldurup aldıklarını ifade etmişti. Zaten köyümüz ve civarında şarap imalatçılığı yapıldığına dair çok emare mevcut. Ballıca camisinin önünde bulunan ortası dikdörtgen şekilde işlenerek, ahşap manivelaların oturmasına yarayan, yani üzümü sıkmak için kullanılan bir adet pres taşı hala durmaktadır. Aynı taşın daha iyileri iki adet, Salıbaba mezarlığının üst kısımlarındaki tarlasında durmaktadır.Çünkü 2008 yılı mart ayının 22 sinde bu taşların tekrar görüntülerini dijital ortama taşımak için gittiğimde, Maalesef bir adedini yerinde bulamadım. 2007 yılı eylül ayında bu Salıbaba mezarlığına gittiğimde, bu tarlada bol miktarda seramikten çanak çömlek ve şarap testisi kırıklarına rast geldim. Hatta bu mezarlık içinde gene su arkının kenarında üzüm suyunun biriktirildiği, taştan bir hazneye astgeldim. Bu taş haznenin üçte bir ağız kenarı kırıktı. Ancak bu parça alçı ile tamamlanıp taş eski görünümünü kazanabilirdi.Ancak 6 ay sonra bu taşları tekrar görmek istediğimde yerinden kaybolduğunu gördüm. Zaten mezarlıktaki bu taşın tonton tepedeki yeni Belediye hizmet binası önüne bir kaide yapılarak yerleştirilmesini, Belediye Başkanına söylemiştim.
    Ama bu taşların peşini bırakmayıp 2008 yılı mart sonunda yine Dereli köyündeki Belediye hizmet binası önünde bu taş hazneden bir adet te, örenyeri olan Cenüklü mıntıkasından çıkarılarak buraya teşhir edilmek üzere yerleştirildiğini görmekteyiz. Demek ki Cenüklü mıntıkasında yerleşenler de şarap imalatı ile ilgileniyomuş ki bu taşlardan orada da bulunuyor. Gerçi ben Cenüklü yerleşim yerinin Roma dönemi askeri bir kışla yerleşimi olduğunu düşünüyorum. Burada hala ayakta duran duvar kalıntılarında görülen tuğlalar, Roma askerlerinin imalatı tuğlaları andırıyor. Böyle bir tuğla yapısına Adıyaman İli, Kahta İlçesi Tille höyük kazı alanının civarında rastlamıştım. O tuğlalar üzerinde XIV akamı ve L harfi okunabiliyordu. Bu durum o yerin Roma'ya ait XIV. Lejyonun kışlası olduğu, bizzat kazı başkanı İngiliz Davit Frenç tarafından ifade edilmiştir. Gerçi Dereli cenikli mıntıkasında görülen duvar tuğlalarında bu güne kadar herhangi bir harf veya rakam izlerine rast gelinmemiştir. Ancak gene de ilerde yapılacak bir bilimsel kazı esnasında rastlanılmayacağı anlamına gelmez. Eğer bu alan askeri bir yerleşim alanı ise tüm aile efradıyla buraya yerleştirilen askerlerin de şarap imalatı ile ilgilendikleri söylenebilir. Zaten Roma döneminde askerler bulundukları alana aileleri ile birlikte yerleştiriliyorlar, savaş anında istenilen yere sevk edilebiliyorlardı. Bu alanda tarlası bulunan Derelili köylüler, tarlalarını işlerken çok şeylere rast gelmişlerdir. Bunu zaman zaman bana aktarmışlardır.Tabii ki bu buluntuların bu alanda bulunması çok normal. Ancak bu alan bugüne kadar Hiçbir araştırmacının dikkatini çekmediği gibi koruma altına alması gereken Amasya Müze Müdürlüğünün de bu yerden henüz Hiçbir haberi yok. Ben de zaten ilk defa 2006 yılı ağustos ayında bu yeri gezip görebildim. Bu ilgisizliğin sebebi ne olabilir. Her şeyden önce bu alanın gözlerden ırak olması ve vasıta ile ulaşılamaması. Zaten vasıta ile gidilebilseydi bu duvar kalıntıları bugüne kadar tamamen yok olurdu. 1960 lı yıllara kadar bu ören yeri civar köylülerin evlerini inşa etmekte kullandıkları taş kaynağı idi. Bu durumu daha açık şöyle izah edebilirim. Adana Müzesinde görev yaparken (1985-1989 arası) Karataş İlçesindeki antik Magarsus kentini incelemekle görevlendirildim. Antik kentin etrafını çeviren muazzam sur duvarlarının kuzey kenarının yok edildiğini, ancak bir noktadan sonra bu yok edilme işleminin durduğunu yani surların ayakta kaldığına şahit oldum. Orada tarlasında çalışan bir vatandaşın yanına yaklaşıp, bunun sebebinin ne olduğunu öğrenmek istedim. Duyduğum sözler benim için çok şaşırtıcı idi. 1960 dan sonra briket icat oldu. Biz artık buradan taş çekmeyi bıraktık dedi. Çiftçi vatandaş durumu bir cümle ile çok güzel izah etmişti. Tarihi alanların nasıl talan edildiğini, kurtulabilenlerin de nasıl ayakta kalabildiklerinin çok güzel izahıydı.Velhasılı bu ören yeri yıllarca talan edildi. Ancak yeni yeni bu yerin eski Canikli şehrinin kalıntıları olabileceği hakkında yöre insanlarından ve mahalli bazı yayın organlarından bilgi almaktayız.
    Bu alanın Roma Dönemi lejyonlarından birine ait bir kışla olabileceğini düşünmekteyim.Lejyon Romalılarda paralı asker taburları demektir.Böyle kışlalarda askerler aileleri ile birlikte oturmaktadırlar ve her türlü işleri askerler yürütmektedir.Çoğu zaman inşaatta kullandıkları tuğlaların dökümünü yaparken üzerlerine lejyon numarasını da koyarlar.Böyle bir yere Adıyaman İli Kahta İlçesi sınırları içindeki Tille höyük etrafında rastladım.Tuğlalar üzerinde şöyle yazılar vardı:
    AL.SYRI AC.AVG (izahatı; Al(a) Syriac (a) Aug(usta)
    Başka bir tuğlada; AL.THR AC.AVG (izahatı; Al(a) Thrac(um) Aug(usta) 
    Üçüncü bir tuğlada; COH.BR AC.AVG (izahatı; Coh(ors) Brac(ar) aug(ustanorum)
    Dördüncü bir tuğlada ise; COH.THR AC.AVG (izahatı; Coh(ors) Thrac(um) Aug(usta)
    Beşinci tuğlanın baskı yerinde; AL.FL.AG (izahı:Ala Flavia Agrippiana'dır).Bu Roma İmparatoru milattan sonra 178-204 yılları arasında hüküm sürmüştür.LEG.XVI.F.F. baskısı da bu lejyona aittir.
    AC.AVG baskılı tuğla da m.s.2-204 yılları arasına tarihlendirilmektedir.
    praef.eq.alae Fl(aviae) Gae(tulorum) praef.eq.alae Fl(avia) Agrip(piana)   
    Bu 14.lejyon Suriye eyaletinden sorumlu olup,antik Barsalium şimdiki Killik örenyeri,Samosata yani Atatürk baraj suyu altında kalan Samsat,Belkis yani gene sular altında kalan antik Zeugma yöresinden de sorumlu idi.
    Bu alan, Amasyalı büyük kaşif ve gezgin, coğrafyacı Strabon' un Geografika adlı eserinin 12. cildindeki haritada Kolea olarak işaretlenmiştir.Kolea'nın kelime karşılığı sanıyorum Grekçe "kirazlık" demektir. Zaten köyümüz de kirazı ile meşhur değilmi? Darma veya Darma Deresi kirazı hala da ünlüdür. Kiraz çiçekleri her zaman ilkbaharın habercisidir.Her zaman köyümüz civarında bu pembe kiraz çiçeklerinin hoş kokularının yayıldığını ilkbaharda hissederiz. Strabon'un babası Eski Erbaa yani antik Komana kentindeki tapınağın baş rahibi olduğuna göre bizzat burayı yerinde görmüş olması gerekir.
 
     
    Demek ki köyümüze adını veren Roma hamamı kalıntıları mevcuttur. Gene aynı konferansta Romalılar bu hamamları genellikle daha önceki dönemde yani Helenistik dönemde mevcut Grek gimnazyumlarının yerine inşa etmişlerdir denmektedir. Aynı yerde kara cevizin önü mevkinde 1969 yılında tarla sahibi Ahmet Önder tarafından 60x70 cm. ebadında mermer bir taş levha üzerinde kazınarak işlenmiş,disk atan çıplak atlet resimli bir taş bulunmuştur. Bu disk atan atlet resimli taş bu alanda eski bir Grek jimnazyumunun olduğuna işarettir. Çünkü jimnazyumlar gençlerin spor yaptıkları ve ders aldıkları yerlerdir. Zaman zaman bu alanda erken roma dönemi bakır paraları bulunduğu gibi, köyümüz öğretmeni Bahattin Görgü bir adet bronz mühür bulup tavsiyem üzerine Amasya Müze Müdürlüğüne bedeli karşılığı teslim etmiştir. Mühür üzerindeki yazı grekçedir.Bu mühür Amasya Müzesinde teşhir edilmektedir.

    Ayrıca Ballıca köyü camisinin bahçe giriş kapısının batı kenarında gövdesi dikdörtgen şekilli ve üst kısmı yuvarlatılarak yivli bir şekilde daralan bir taş yer almaktadır.Arkeoloji literatüründe bu eser postament olarak adlandırılmıştır.Postamentin yola bakan yüzeyinde dikkatlice bakılınca görülebileceği bir Hristiyan haçı işlendiği görülmektedir. Bu taşın bir eşi aynı alanda 1960 lı yıllarda dahi bulunmaktayken, duvar ustaları caminin çevre duvarını örerken parçalanarak parçalarının taş duvar içine doldurulduğu bizzat şahsıma duvar ustası ağabeyim Necati Önder tarafından anlatılmıştır.1940'lı yıllarda cami önünde, bugünkü tuvalet binasının olduğu yerde bir su kuyusunun olduğunu hatırlayanlar hala mevcuttur. O halde bu su kuyusu, taş üzerindeki haç işlemesinden de anlaşılacağı gibi Bizans dönemine aittir. Yani bugünkü Ballıca köy meydanında Bizans döneminde de bir su kuyusu vardı. Bugünkü köy cami 1970'li yıllarda yeniden inşa edilirken bahçesinde gördüğümüz küfeki ( bu taşa yörede söngüt taşı denmektedir) taşlarıyla çevrili,İslami döneme ait mezarlar vardı.

    O halde Darma' nın yani bugünkü Ballıca' nın bulunduğu yer Bizans döneminde de iskan ediliyordu. Bizans öncesi Roma döneminde Roma İmparatorluğunun en önemli ana yollarından biri buradan geçmektedir.Çok yakın tarihlere gelinceye kadar bu tarihi Roma yolunun iri kaba taşlarla döşeli kaldırımı yer yer Taşkınçay üzerindeki Çermik köprüsünü geçtikten sonra görülebilmekteydi. Demirağaç mıntıkasındaki fabrika alanı hafriyatından da önemli bir parçası ortaya çıkarıldı. Ancak fabrika sahasında yok edildi. 
    Bu yolun güvenliği için yapılmış olduğu izlenimi veren Tatlıpınar'daki Gerezini üzerinde bulunan kale,bu kayalığın üzerine özellikle kurulmuştur.
    Kaleler,yollar üzerinde gedik ve geçitleri denetim altında tutan,her türlü güvenliği sağlayan,yerleşim merkezlerindeki yönetimi sağlayan ve sınırları güçlendiren bir işleve sahiptir.Bu kaleler ya yerleşim merkezlerinin içinde ya da fazla yüksek olmayan kayalıklar üzerinde kurulmuştur.
    Zaten köyümüze en geç yerleşen benim de içinde bulunduğum İmamoğlu sülalesidir. Bu sülalenin bile geçmişi 200 seneye dayanmaktadır. Dedem Kaya Önder'in nüfus kaydı 1872 yazmaktadır. Dedemin babası Davut köyümüze sulama suyu kanalı ve değirmen inşa etmiş olup en az 35 yıl daha eskiye götürürsek 1847 senesi eder. Geçmişin hesabında genellikle 35 yıl ömür biçilir. Davut dedenin babası köyümüze imam olarak gelmiş, Salih adında Sarı Molla'dır. Ordu İli, Perşembe İlçesi, Çaka köyünden buraya taşınmıştır.35 yıl da onun ömrünü hesap edecek olsak 1800 li yılların başında köyümüze en son gelen sülalenin tarihi ortaya çıkmaktadır. En eski sülalenin Selam oğulları olduğu rivayet edilmektedir. Bu sülalenin de 1600 yıllarında buraya yerleştiği bizzat kendileri tarafından ifade edilmektedir.

 
  BU SİTE 71076 ziyaretçi (147951 klik) KİŞİ TARAFINDAN ZİYARET EDİLMİŞTİR  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol