rankend | Farklı Olmak Emek İster

   
  DARMA TARIHCESI
  Gürcüler
 

    Darma Deresi Gürcüleri :

      Gürcü, Gürcistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimselere denmektedir.Gürcistanlı olarak da adlandırılırlar.Gürcü dili,Gürcü edebiyatı ve Gürcü kilisesi bulunmaktadır.
      Gürcü kilisesinin merkezi Tiflis'te olup ortodokstur.Gürcü kilisesi, ilk dönemlerinde Antakya patrikliğinin egemenliğindeydi. 8.yüzyıla doğru özerk, 13.yüzyıla doğru ayrı olan Gürcistan kilisesi, 1801-1917 yılları arasında Rus kilisesine katıldı.Gürcistan'ın Rusya tarafından 1801 yılında ilhak edilmesinden sonra Gürcü kilisesi eksarhlık derecesine indirildi. Moskova patrikliği tarafından ancak 1943 yılından sonra yeniden tanındı.Rusların slav dilini kabul ettirmek için harcadıkları bütün çabalara karşın, Gürcü kilisesinde, ayin törenlerinde ulusal dil kullanılmaya devam edilmiştir. 
    1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi esnasında Osmanlı Ordusu ile birlikte geriye Artvin dolaylarına çekildiler.  Zamanla buralarda büyük bir nüfus yoğunluğu oluştuğu için gürcülerin bir kısmı daha batıya,Karadeniz sahillerine kayarlar.
    Bazı gürcüler iç kısımlara, yani bugünkü Amasya İli,Taşova İlçesi,eski adı Kalekale olan Dörtyol köyü, Koramu Düzü'ne yerleşirler.Ancak,Yeşilırmak vadisindeki bu alanda bol sivrisinek olduğundan ve o günkü Kalekale köylüleri ile de geçimsizlik nedeniyle bu alanı terketmek zorunda kalırlar.
2006 yılı yaz aylarında,Taşova'da ikamet eden, o sıraları 101 yaşında olan Hacı Mustafa Gürer'le (Hacı Mıstık) sohbet etmiştim. Onun bana anlattığına göre, Gürcüler Kalekale'den ayrılarak Dereli köyü sınırları içindeki Boğalı Ormanı yamaçlarında,bugünkü sulama göletinin güney-batı yamacındaki Davulcu mıntıkasına yerleşirler. 

    Ancak Dereli köyü Muhtarı Kadir Ağa, "Bu alan bizim tapulu yerimiz" diye iddia ederek,Koca Fevzi'nin bu alana ait elmalık tapusunu göstererek gürcüleri buralardan çıkarmak ister.
    Geldikleri yer ormanlık alan olan gürcüler için buraları oldukça elverişlidir. Çünkü ilk geldikleri yer olan Kafkasya'da ormanlık alanlarda yaşayan gürcüler için Koramu düzü gibi vadiler uygun değildir.Zaten geçimlerini orman ürünleri işleyerek sağlamaktadırlar. Dirgen tırmık, saban, kağnı, kaşık, kepçe, çömçe, son yıllarda da övendere yaparak geçinirlerdi.
    Övendere deyip de geçmemek lazım, belki köylü çocuğu olmayanlar bilemeyebilir. Çift övenderesi ayrı olur, harman övenderesi ayrı, kağnı övenderesi de daha farklı olur. Övendere, uzun bir ağaç sırık olup uç kısmına genellikle bazen sivrilterek bazen de dobak (batmayacak şekilde) bırakılarak demir çivi yerleştirilir. Bilhassa kalın derili kömüşleri(manda) sürerken daha iri demir çivilerle övendere takviye edilir. Çünkü kömüşler beri benzer çiviye banamısın demezler, onlara daha sivri övendere ucu takmak gerekir. Aslında bu demir çiviyi yerleştirmeden de övendere kullanılır. Ancak çift sürerken kullanılan övenderenin uzun olması gerekir ki uzun saban oklarına koşulan çift öküzlerine ulaşılabilsin.
    Bu arada "çiftçi" sözünün de bir çift öküzü olan insan demek olduğunu da hatırlayalım.Yani bir insanın çiftçi olabilmesi için önce bir çift öküzünün olması gerekir.Kelimenin farsçası rençber, hatta eskiler bir de zürra kelimesini de kullanırlardı. Herhalde bu da çiftçi veya ziraatçi anlamına gelmektedir. Bazen bir çift öküzden bir adedi ölünce yanına inek,dişi camış, hatta eşek koşanlara da rastlanır.Zaten "öküz öldü, ortaklık bozuldu" sözünün de anlamı burdan geliyor olsa gerek. Yani bir çift öküzü olmayan, bir öküzünün yanına komşusunun veya ahbabının tek öküzünü de koşarak ortaklık kurarmış.Tabii bu öküzlerden bir adedi ölünce de ortaklık bozulmak zorunda kalırmış.Herhalde ölen öküzün yerine diğer ortağın tekrar bir öküz daha satın alıp koşabilmesi pek kolay bir iş değilmiş ki, bu söz öteden beri söylene gelmiş.
    Geniş ormanlık alanlarda yaşayan bu kavim, özgürlüğüne de oldukça düşkündür. Kolay kolay itaat etmeyen bir karaktere sahiptirler.Komşu diğer kavimlerle geçimsizliklerinde de bu karakterin etkili olduğu düşünülmektedir. Çünkü insan karakterine biçim veren en büyük etkenlerden biri de çevresi yani habita'dır.İnsanı şekillendiren bulunduğu ortamdır.Yani ona ırki özelliklerini kazandıran da yüzyılların çevre özellikleridir.Hani derler ya Çinliler veya Japonlar,Amerika'ya göç ettikten sonra boyları uzadı diye.Belki de gürcülerdeki uzun burunun yavaş yavaş bizim oralarda kısalmaya doğru gitmesinde bu etken damgasını vurmuştur.
    Yıllar sonra gürcü bir ihtiyarın "bizim eskiden Buçkuryamız vardı,şimdi adı oldu Allah" diye bir söz sarfettiğini, Darma köyünden Mustafa Yılmaz (Mustafa Çavuş'un Mustafa) aktarmaktadır.Ben 2000 yılında İstanbul'daki Fransız Arkeoloji Merkezinde bir konferans veren,gürcü asıllı profesör,Tiflis Müze Müdürüne,bir tercüman aracılığıyle bu sözü aktardım.Buradaki "buçgurya" sözünün anlamını sordum.Zaten Darma Deresi Gürcüleri de Buçgurya'nın ulu bir ağaç olduğunu, eskiden Kafkasya'da yaşayan gürcülerin de bu ulu ağaca tapındıklarını duymuştum.Tiflis Müze Müdürü de doğru olduğunu tasdik etti.Bu kadar orman ile içli dışlı olan halkın da inancında ağaç kültünü bulmak elbette çok normaldir.Bu eski etnik grupların "animist" inancıdır.Bazı yerlerde kayalıklar olabildiği gibi, ulu ırmaklar veya bazı hayvanlar da olabilir.
    Hatta o konferansta Yuva köyünden bir arkadaşa rastgeldim.Şu anda milletvekili olan Ahmet İyimaya'nın yeğeniydi.Konferansta video çekimi yapıyordu, onu da Ahmet İyimaya göndermişti.Ne de olsa kendileri de gürcüydü, tabii ki ilgi duyacaklardı.Hatta o anda benim telefon numaramı aldı,sonradan Ahmet İyimaya evime telefon açarak hal-hatır sormuştu.O zamanlar başka bir partinin milletvekili idi.Ahmet İyimaya ile samimiyetimiz  öğrencilik yıllarına dayanıyor.Ankara, Dışkapı'daki Yıldırım Bayazıt Öğrenci Yurdu'nda kalırken, yurda birisi patlayıcı koymuş,tam da aşağı kattaki kitap dolaplarının olduğu yere, yurtta yangın çıkınca yurt boşaltıldı.Ben de bu ara açıkta kaldım.Kendime kalacak yer arıyorum.Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi hemşerim ve arkadaşım Ali Onat, Ahmet İyimaya'nın Cebeci, Dörtyol'da geniş bir ev kiraladığını bir odasında da benim kalabileceğimi söyledi.Ahmet'i buldum, durumu aktardım, tabii ki dedi.Bir odasına da ben yerleştim.Fakat o ders çalışırken sürekli sesli ve bağırarak çalışıyordu, o ders çalışırken benim evi terketmem gerekiyordu.O zamanlar Ahmet, Coşkun Üçok'un veya eşi Bahriye Üçok'un kendisine burs verdiğini söylemişti.Sonra burslu olarak Almanya'ya gidip hukuk doktorası yaptı.Çok başarılı bir avukat olarak Ankara'da işlerini sürdürdü.Bir seçim öncesi gazetelerde onunla ilgili şöyle bir yazı okuduğumu da hatırlıyorum.Cebime 35 milyar lira koydum, Amasya'ya gidip kendimi milletvekili seçtireceğim diye mesaj vermişti.Biraz garip bir mesaj idi.Ama avukatlıktan çok para kazanan birinin böyle bir mesaj vermesi de normal olabilirdi.  
    Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Konya İli,Çumra İlçesi, Çatalhöyük'te, cilalı taş devri ev duvarlarına,aşı boyası ile boğa resimleri işlendiğini bizzat kendim 1996 yılında bu höyükte arkeolojik kazı yaparken ortaya çıkarmış bulunuyorum.Gerçi kazı başkanı İngiliz idi.Ben de bu kazı da Kültür Bakanlığı Temsilcisi olarak görev yapmaktaydım ama, ara sıra kendim de fırçayı alıp yardımcı oluyordum.
    Hatta bir ilim adamı makalesinde Çatalhöyük insanının karşıdaki volkanik Hasan Dağı'nda patlama olunca o dönem insanının "toro" diye bağırdığını, çünkü çıkan alevlerin o dağda daha önce gördüğü yaban öküzlerinin yani boğaların ağızlarından püskürdüğünü düşünmüş olmalı ki, toro yani boğa, öküz diye bağırdığını, o dağlara da toros isminin bu esnada verildiğini izah etmektedir.
    Bugünkü Darma Deresi, yeni adıyla Tatlıpınar köyü gürcülerinin yerleştikleri ormanın bulunduğu dağın adı da Boğalı değil mi? Biz oralara Boğalı Ormanı diyoruz.Bu orman içine yerleşen gürcülere de Boğalı Gürcüleri diyoruz.Sadece bu ormanda Darma Deresi,yeni adıyla Tatlıpınar Gürcü köyü yok, Beldağı,Yuva,Teneke (=Altınlı) köyü gürcüleri de mevcut.
     1998 yılında Samsun İli,Bafra İlçesi,İkiztepe Höyüğü ekibiyle,burada çıkan madeni kapların cevherinin çıkarıldığı alanları dolaşırken,haritaya bakan Kazı Başkanı Prof.Dr.Önder Bilgi,Altınlı köyünü okuyunca altın yatakları mevcuttur diye Altınlı eski adı Teneke olan köye götürmüştü.Yaz günü köyde rastladığımız bir ihtiyar, yukarılarda bazı tarihi kalıntıların olduğunu ancak böyle maden yataklarından haberi olmadığını anlatmıştı.Bilhassa kadınlarının köye gelen yabancılardan köşe bucak kaçtıklarına şahit olduk.
    Bizim Darma Deresi gürcü kadınlarının da eskiden yanlarından geçen yabancı erkekler uzaklaşıncaya kadar sırtlarını döndüklerini görürdük.Hatta yaylaya giderken bu köyden geçen Darmalı Koca Ömer, kadınlar sırtlarını dönünce zart diye yellenerek onları şaşkına çevirirmiş.
    Çocukluğumuzda biz bu gürcü köyüne mısır unundan yapılmış "cadı" ekmeği yemeğe giderdik.Tadına doyum olmazdı.Zaten bu köyde hayratlık meyve ağaçları olurdu.Bilhassa kiraz zamanı hayratlık kiraz yemeğe giderdik.Hala da bu tür hayratlık meyve ağaçları bu köyün bazı yol kenarlarında mevcuttur.En son 2008 yılı ağustos ayında Kağnı Salağı denilen yerin üst kısımlarında hayratlık elma ve armutlardan yemiş bulunuyorum.
    Bir gün akrabamız olan gürcü İlyas Sayan'ın evine uğradım.Orta okul talebesiydim. Eve girdiğimde kapılar açıktı ve evde hiç kimsecikler yoktu.Benim eve girdiğimi gören bir gürcü çocuğu evin kadınına haber vermiş olacak ki, Meryem teyze içeri girdi, beni tanımıyordu, "hoş geldin islam evladı" dedi.Bu tatlı sözü hiç unutamam.Demek ki tanımadığı insanlara böyle sesleniyorlardı.
    Burada bir hususu anlatmadan geçemeyeceğim.Darmalı Mustafa Yılmaz anlatmıştı.Gürcü bir ihtiyar ramazan günü Darma'ya gelir, oruç tutmayanları ve cuma namazına gitmeyenleri de görünce, "niye Darmanın insanları öyle" diye Mustafa Yılmaz'a sorar. O da "biz türkler eskiden beri müslümanız, siz gürcüler ise daha yeni müslümanlığı kabul ettiniz, biz bu işlerden artık usandık, sizin ki ise yeni heves" demiş ve gülüşmüşler bu espriye. 
    Gene bu köyde şahit olduğum bir vak'ayı unutamıyorum.1970'li yıllarda Tatlıpınar'da eski caminin minaresinin üst tarafındaki sac kısmın delik deşik olduğunu farkettim.Sebebini sorduğumda düğünlerde silahla ateş edilerek bu hale geldiğini öğrendim.Halbuki bu duruma benim köyüm olan Darma'da rastlanamayacağı gibi normal hiçbir müslüman köyünde de rastlanamayacağını düşünüyorum.Demek ki Darmalı Mustafa Yılmaz gürcülere sizler daha yeni islama girdiniz derken belki de haklıymış.
    Darma Deresi gürcülerinden İzzet, 1920'li yıllarda dedem Kaya Önder'i para sızdırmak için kaçırır.Bir su kuyusunun içine yerleştirir.Yanına da dedemin kayın biraderi Ahmet Söyler'i oturtur.Ahmet niye beni de kaçırıyorsun, esas para bunda, benden bir şey çıkmaz der. İzzet de "sen olmazsan bu adam burada korkusundan çatlar ölür, sen ona teselli verirsin diye yanında olacaksın" der. Gürcü İzzet eskiden bu işleri yaparmış, aynı zamanda tetikçiymiş.Daha böyle çok işleri anlatılır.Bu hikayeyi bana anlatan Ballıcalı Ömer Gülen (Kamullook),gürcüler hakkında bazı olumsuzlukları da sıraladı.
    Bir zamanlar komşu bizim köyle aralarındaki meseleleri anlattı.Orman da bizum ! su da bizum ! diye bağırdıklarını hatırlattı.  
    Gelelim bizim Darma Deresi gürcülerine,Dereli köyünden Koca Fevzi'nin elmalık tapusunu çıkarınca Muhtar Kadir Ağa,kendilerine yeni yerleşim yeri aramaya koyulurlar.Muhtar Kadir Ağa, Kara Mahmut'un babası olup, onun da oğlu Koca Hüseyin 1960'lı yıllarda vefat etmiştir.Bugünkü Yılmaz soyadlılar onun sülalesidir.
    Derelili Molla Necip'in oğlu İzzet Çıra'nın bana anlattığına göre, Darma muhtarı Büyük Hacı Efendi (asıl adı Naci, benim de annem tarafından büyük dedem olur,babamın da büyük amcalarından) şöyle bir konuşma yapar.Belki de bu konuşmayı köy imamı ve muhtarı Hacı Efendi cuma hutbesinde yapmıştır:"Bu insanlar muhacir sayılır, Hazreti Peygamberimiz de Mekke'den Medine'ye muhacir gidince, Medineliler onlara kucak açtı, bizim de bu gürcülere kucak açmamız, yardımcı olmamız gerekiyor" diyerek Darmalıları ikna eder.Darma Deresi kenarına yerleşmelerine müsaade edilir.
    Tatlıpınarlı Ali Onat'ın anlattığına göre: 6 çadır halinde buraya kurulurlar.Ancak Ali Onat, dedemin bu jestini bir tarafa bırakıp, hatta Dereli,Davulcu mıntıkasına yerleşmelerini de atlayıp,sivrisinek yatağı olan Kalekale,Koramu Düzü'nden ayrıldıktan sonra  bugünkü Darma köyü Çermik civarında Taşkınçay'a rastlayıp, suyun yatağını takip ederek vadi yamaçlarındaki boz araziler hoşlarına gittiği için yerleşmeye karar vermişlerdir.
    Darma Deresi'ne ilk çadır kuranlar:Hasan Dayı (Yağdan'ın dedesi),Ali Onatgilin büyük dedeleri Davut Onbaşı,Feyzioğlu -Deli Ahmetgil.Soyadı sayan. Darma Deresi'ne ilk gelenler 11 kişi. 1-Muradoğlu.2-Beşiroğlu (Hacı Yusuf), 3-Fevzioğlu (Ahmet Sayanlar),Deli Ahmet'in oğlu Kör Mustafa ile Harun Sayan.Deli Ahmet'in kardeşi Emin.Ali Dayı, Deli Ahmet'in amcası. 4-Evloğlu.5-Çelebioğulları. 6- Erkoçlar. Davut Onat,kardeşi Osman Onat. Davut Onat'ın oğlu Süleyman Onat, onun da oğlu Davut Onat. 
    1907-1908 Balkan Savaşı'na giderken, Ali Onat'ın dedesi Süleyman, annesinin eteğini tutarak,babası Davut'u askere yolcu ettiğini anlatmıştır.Yani Davut Onbaşı'nın Süleyman, babasını Balkan Harbi'ne uğurladığını hatırlıyor.Süleyman Onat zaten Darma Deresi köyünde dünyaya gelmiştir.Ali Onat'ın babası Davut yani 2.Davut Onat 1926 doğumludur.İkinci Davut'un babası Süleyman ise Darma Deresi köyünde 1888 yılında dünyaya gelmiş olmalıdır.1926 doğumlu Davut'un kardeşi İbrahim ise 1923 doğumludur.Genellikle nüfus bilimcilerin yaptığı gibi bir insan ömrüne 35 yıl biçildiğine göre yaklaşık 1888 yılı Süleyman Onat'ın doğum yılı olmalıdır.
    Tatlıpınar köyü gürcülerinin şimdiki yerlerine ikametleri bu tarihler civarında olmalı.
    Kurtuluş Şavaşı'na giden gürcüler şunlardır:Ali Onat'ın iki dedesi.Şevket ve Hüsnü ise bu savaştan kaçmıştır. İstiklal Madalyası sahibi Topal İsmail vefat etmesine rağmen kızı hala babasının gazilik maaşını almaya devam etmektedir. Topal İsmayil'in kızı,Recep Çavuş'un oğlunun eşiydi.Kocası da vefat etmiştir.
    Seferberlik 1914 yılında ilan edilir.
    Takriben 1887 yılında Küçük Hacı Efendi olarak tanınan Hüseyin Önder, ilk evliliğini bu gürcülerden Deli Ahmet'in kız kardeşi Sultan Gelin ile yapar.Herhalde babası Büyük Hacı Efendi olarak tanınan köy imamı ve muhtarı Naci Efendi'nin, gürcüleri bu köy arazisine yerleştirdiği için bir jest ifadesi olarak,bazılarının anlattığına göre daha önceki yıllara dayanan bir dostluğun hatırına oğlu Hüseyin'i, gürcü kızı Sultan ile evlendirmiştir.
    Bu gürcü kızı ailede Sultan Gelin olarak anılmıştır.Bu evlilikten Hanife adında bir kız dünyaya gelmiştir.
    Hanife'nin babası Hüseyin ile annesi Sultan'ın evlilikleri uzun sürmemiştir.Çünkü Hüseyin'in kız kardeşi Fadime'ye bir kişi sarkıntılık etmiştir.Kiraz Köprü'de çift sürmekten dönerken bu kişinin kardeşine rastgelir.Kardeşini sen saklıyorsun, bir de karşıma çıktın diye bıçakla saldırır ve adamın cesedini köprü altına iter.Bunu köyümüzden bir kadın görür.Tokat Cezaevi'ne düşer.Ölen kişi Çakır Ağa'nın akrabasıdır.Kuşuf köyünden bir adamı ayarlar,mahkemedeki hakimlerden birine mektup yazdırır,bu hakim Hüseyin'e 15 yıl ağır ceza verdirir.Mahpusluğu esnasında bir mektubu gelir.Mektupta eşi Sultan'ın evden atıldığını, kendisini de amcası Davut'un kızı Hatice ile nişanladıkları yazmaktadır.Bu duruma önce çok üzülür, sonra da gülümser. Durumu farkeden koğuş arkadaşları "Hacı ne oluyor, önce suratın asıldı, sonra da gülümsedin mektubu okurken" diye sorarlar.Nasıl üzülmeyim, eşimi evden kovmuşlar, ona çok üzüldüm.Mektubun devamında da seni amcanın kızı ile nişanladık deyince gülümsedim, çünkü beni nişanladıkları kız 8 yaşında idi, ben buraya gireli 9 yıl oldu, bu zaman zarfında bu kız evlenme yaşına geldi demek ki diye düşünerek gülümsedim der.
    Gürcü Gelin Sultan'ın kızı Hanife, Darma'dan Hüseyin oğlu ve Adil'in kardeşi Hüsnü Ünal ile evlenir.Bu evlilikten Hasan Ünal dünyaya gelmiştir.Hüsnü'nün askerden dönememesi üzerine, Darma Deresi'ndeki akrabalarından Kör Mustafa (Sayan) ile evlendirilmiştir.
    Kaderin garip bir tecellisi olarak Hanife'nin Hüsnü'den olan evliliğinden dünyaya gelen Hasan da, köy yerlerinde oynanan çelik-çomak oyunu esnasında bir gözünü kaybetmiş, o da Kör Hasan Ağa olarak tanınmıştır.
    Köy yerlerinde oynanan,bilhassa bizim yörelerde çok yaygın olan bu çelik-çomak oyunu nedeniyle çok genç gözünü kaybetmiştir.Nihayet son yıllarda bu oyunlar terkedilmiştir.Aynı çelik oyunu gibi bir de "dandik" oyunu da oynanmaktadır.En az çelik oyunu kadar tehlikeli olup zaten çelik oyununun bir başka çeşididir.Bu oyunda sopanın ucunda fırlatmak için yapılan daha küçücük ağaç parçasının her iki ucu ters taraflı olarak yontulur, bu uçları yan yontulmuş parçaya da dandik denir.Dandik için az derin,10 cm.uzunluğunda ve 3-4 cm.genişliğinde ark açılır.Bu ark yüzeyine yerleştirilen dandik,bir ucu arkın içine sokulan esnek sopa tarafından fırlatılır.Sopa ne kadar esnek olursa dandik te o kadar uzaklara fırlayabilir.Fırlayan dandiği havada yakalayan karşı taraf oyunu kazanmıştır, bu kez onlar dandik fırlatmaya başlar.Şayet fırlatılan dandik havada yakalanamayıp da havada her kişinin elinde bulunan değneklerle dokunuldu ise, bu kez sadece dandiği fırlatan kişi o gruptan ıskartaya ayrılır.Böyle böyle dandik fırlatan grup, bunlar 5 veya daha fazla kişi olabilir, elenerek diğer gruba dandik fırlatma sırası gelir.Bu dandik fırlatıldığında bunu tutmaya veya elindeki değnekle dokunmaya çalışanları yaralayabilir.Veya gözlerine dahi isabet edebilir.İşte köylük yerde kör olmaların bir nedeni de budur.
    Çelik ise havada değnekle vurularak fırlatıldığından daha sert hareket ettiğinden karşıdakileri yaralaması daha sık olur.O esnada köyde yarayı sarmaya kimse de yoksa, kendiliğinden iyileşmesi beklenen yara bazen çok kötü sonuçlar doğurabilir,bazı insanların yüzlerinde derin izler ömür boyu devam eder.
    Bir de bu oyunları oynamaya gidenler yalın ayak oyun yerine çıkarlar.Ben ilkokuldayken,"yarın dersten sonra çelik oynayacağız veya açıldım oynayacağız, herkes ayakkabısını evine bıraksın,okula ayakkabı ile gelinmesin" diyenleri hatırlarım.Veyahutta okul çıkışı ayakkabılarımızı diğer arkadaşlarımıza teslim edip evlerimize gönderdiğimizi de hatırlarım.Çünkü ayakkabısız daha çok koşulur, bu oyunlarda da çok hızlı koşabilen başarılı olur.Yalınayak koşmalar esnasında ayaklarda açılan yaraları, ayak parmaklarının yerdeki taşlara çarpıp da yaralanmasını siz hesap edin.Hele de koştuğunuz tarlalar biçilmiş tütün tarlası veya anız tarlası ise, o tütün köklerinin veya anız köklerinin ayaklarda açtığı yaralar çok fena olur.Benim her iki ayağımın orta parmaklarındaki tırnakların dobak kalması bundandır.Hep de ayak orta parmağı yerdeki taşlara çakılır.
    Benim Osman ağabeyim,1965 de Amasya Kız Öğretmen Okulu'nu bitirince Merzifon'un arnavut köyü olan Çamlıca'ya tayin oldu.Kız Öğretmen Okulu yazdım, gerçekten de o yıllarda kız öğretmen okulu olan Amasya'daki bu okula 30 kadar erkek öğrenci aldılar.İleride öğretmen olacak kız çocukları hiç erkek görmeden öğretmen olursa mahsurludur diye o zamanın yöneticileri değişiklik yapmışlar.Ne zihniyet değil mi? 1960'lı yıllarda sadece kızlara mahsus öğretmen okulu açmak, herhalde eski Köy Enstitülerinin hıncını çıkarmak için okulları kız-erkek diye ayırmaya kalkmışlar.Gerçi 2008 yılında da bu durumları yaşıyoruz.Hatta daha alasını yaşadıklarımız oluyor.Bu asırda bile camilere kadınlar girer mi, giremez mi diye tartışmalar devam ediyor.Ben,1983 yılında Adıyaman,Kahta İlçesi, Tille höyükte İngilizlerin yaptığı arkeolojik kazıda görevliyken, yakınımızdaki Menzil diye bir köye gittim.Köy girişindeki ilkokulun çevre duvarları o kadar yüksekti ki, bunun sebebini sordum.Bana ne cevap verdiler biliyormusunuz.Köye girenlerin, okulda okuyan kız çocuklarını görmesin diye duvarları böyle yüksekçe örmüşler.Sabileri kem gözlerden koruyorlarmış.Gerçi en iğrenç kepazelikler de bu yörelerde vuku buluyordu.Bazı duyduklarımdan dolayı insanlığımdan utanıyordum.Tabii insanları bu kadar cinsellikten uzak tutarsanız her türlü sapıklık da görülebiliyor.1976 yılında Van Müzesi Asistanı olarak görev yapmaktayken, Çaldıran,Muradiye ve Diyadin'de deprem oldu.Bu üç şehir arasındaki üçgen içinde mevcut Tendürek Yanardağı'nın hareketinden dolayı olan depremi o zamanlar yörede yaşayanlar bu tür sapkınlıklardan dolayı diye yorumladılar.Güya depremden sonra yataklarında ensest ilişki içerisinde olanların büyük çoğunlukta olduğu iddia edildi.1999'da olan Gölcük depremi için de oradaki subaylar için aynı şeyler iddia edilmedi mi? 
    Kör Hasan Ağa'nın Selver Gülen ile evliliği sonucu Hüsnü ve Ömer adlarında 2 oğlu,   Pakize,Hanife,Nermin,Hikmet,Aysel adlarında da 5 kızı dünyaya gelmiştir. Oğlu Ömer Darma'da açtığı doğrama atölyesinin adına da Köroğlu Doğramacılık vermiştir.
    1878'de Osmanlı-Rus Savaşı sona erer. 1879'da Darma Deresi Gürcüleri Artvin civarında olsalar, 1880'de Kalekale civarında olmalılar.1882'de Dereli köyü Davulcu mıntıkasında olmalılar diye düşünmekteyim.1890'dan önce,yani 1884 yılında Darma Deresi'ne yerleşmiş olmalılar diye Ali Onat ile birlikte hesap etmekteyiz.
    Şimdiki Tatlıpınar köyü 1970'lerden sonra,eski köy yeri felaket alanı kabul edildiği için yeni yerine Devlet tarafından evler yapılarak taşındı.Eski köy girişteki Şevket Erkoç'ların veya karşısındaki Havse'nin Hasan'ın evinden,Taşkınçay boyunca Boğalı Ormanı'na doğru uzanan Papi Kaya'nın yani Kaya Atamtürk'ün evine kadar uzanırdı.Bu Kaya amcaya Papi denmesinin nedeni gürcüce baba anlamına geldiği içindir.Diğer lakabı da Baltacı Kaya idi.Çünkü Kaya amca hiç baltasız dolaşmazdı.Tam bir orman adamıydı.Kocaman kemerli bir burnu vardı.Orman içinde hızar atölyeleri kurardı.Kaçak olarak ormandaki ağaçları biçer, onlardan para kazanırdı.
    Eski evinin yanında Taşkınçay'ın suyu ile çalışan bir de un değirmeni vardı.Taşkınçayı geçtikten sonra köy yolu burada ikiye ayrılırdı.Yollardan biri Kağnı Salağı tarafına giderdi.Bizler bu Kağnı Salağı'na kağnılarımızı getirirdik.Çünkü ağabeylerimiz veya babalarımız ağaç tomruklarını buraya kadar sürükleyerek getirirlerdi, buradan sonra da yol düz olduğu için kağnılara yüklenirdi.Burada kağnıların yüklenmesi bir hoş olurdu.Bu düz çayırlıkta bir de pınar vardı, pınar kenarında kahvaltılar yapılır,buz gibi sular içilir ondan sonra kağnılara yükleme işi yapılırdı.Kağnılar yüklenirken bilhassa buraşan atılırken seyrine doyum olmaz.Buraşan bir nevi bocurgadır.Hani Darma'da bir laf vardır, "kalın ise kalın buraşan, ince ise ince buraşan" diye.
    Köyümüzden İsmail Gülen, bir kış günü annesine ormandan kızakla nasıl odun taşıdığını heyecanla anlatıyormuş.Omana nasıl gidildiğini, ormandan odunların nasıl toplandığını en son kızağa nasıl yükleme yapıldığını anlatırken, heyecana kapılmış, odunlar kalın ise kalın buraşan verirsin, odunlar ince ise ince buraşan verirsin diye anlattığını annesi de başkalarına aktarmış.O günden bugüne İsmayil Gülen'e "kalın buraşan" lakabı takılmıştır.Bu olay belki 1950'li yıllarda geçmiş ama o günden bugüne İsmayil'e kalın buraşan diye hitap ederler.Son günlerde iyice hasta, köy meydanına hiç çıkmıyor,ara sıra da Amasya'da hastanede yatıp geliyor.Zaten kulakları da hiç duymuyor.En son 2007 yılı ağustos ayında köy meydanında bana ormanda, Yemişenin Sivri denen yerde bir tarihi eser bulduğunu söyledi.Hemen evine kadar beraber gittik, eseri görmek için, bulduğu bir piston mili idi.Nikelejlı demirden, paslanmamış, ancak üzerinde bir yazıya rastlamadım.Herhalde bu bölgede orman traşlaması yapan devlet araçlarından düşmüş olmalı.
 
  BU SİTE 71274 ziyaretçi (148323 klik) KİŞİ TARAFINDAN ZİYARET EDİLMİŞTİR  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol